sonu var mı?
27/9/2006 - bile
gece oldu
karanlıkta daha güzel görünür travestiler bile
27/9/2006 - ...
bi şarkı çalıyor arkadan kumsalda
ardında bıraktıklarını temizlemeye çalışırken penguenler
götü yere yakın olandan korkacaksın derdi biri
o zamandan beri kalkık kıçım işte!
13 Mayıs 2010 Perşembe
eskiler
21/11/2008 - bitik
bitmiş zaten ,
bana öyle baktığında
sessizlikle birlikte
sadece sesi duyulur yere düşen boş gözyaşlarımın
21/11/2008 -
ne oldu şimdi
iyi mi oldu
yoksa boktan bi yol mu girdiğim
çıkabilsem
20/11/2008 -
yok bişey işte
attığımız çöpler gibi kelimeler
beyin çöplüğümden süzülüp
tekrar ağzıma doluyor
aslında
gözlerim doluyor sadece.
farketmeden
9/1/2007 - garip
hayat olaylar insanlar
koşuşturmaca içinde
sen herkes gibi deilsin
olsaydın onlar gibi sokakta yürüyen koşan
trene yetişmeye çalışan
son otobüsü kaçıran
farklı olurdu herşey
inan!
18/12/2006 - birden
karıştı saçlarım aptal bi rüzgarın üşüten soğukluğuyla
aklımsa hep karışıktı zaten
buhar tuttum beynimin kırışıkları düzelsin diye
suyu çekildi daha bi aptal oldum
29/11/2006 - yakın
yaşamasaydım hiç seni
kokuna alışmasaydım keşke
sarılmasaydım dokunmasaydım yumuşak tenine
terini içime çekmeseydim soluksuz kalana dek
belki şimdi daha masum olurduk ikimizde
belki daha az canım yanardı belki daha az kanardı ruhum
çık artık hayatımdan uzaktan seyret beni
29/11/2006 - mutlu bi gün
karmakarışıklığımla devam ediyorum hayatıma düzelmiyor hiçbişey işte
hep böyle kafam bulanık içim buruk gözlerim sulanmaya hazır
bu aptal dünyada hep böyle yaşadım ben
hep hüzünlü hep buruk biraz deli
bişeyler yanlış çalışıyor bu bedende
ama ne bilemiyorum ki düzeltmeye çalışayım
aç kurtlar dolanıyor içimde sürekli beynimi yediler en sonunda
yaşamak ta istemiyorum aslında artık
böyle otururken bu aptal odada bu sandalyede ölsem sessizce
kimse farketmese kimse üzülmese çürüse bedenim burada
akbabalar bassa burayı çürük ruhumu yeseler
28/11/2006 - kabus
yaşıyoruz hala
bitmek bilmeyen bir kabus gibi her gözümü kapadığımda gördüğüm.
her sabah gözümü açtığımda
ulan yine mi yaşıyorum
24/10/2006 - gece
ağladı bütün gece içkim balığa olan hasretinden
gözyaşlarını içtim bende su diye
kendi gözyaşlarımıda kattım arada
sonra sustum
bi daha hiç konuşmadım
küçük beyinleriyle beni yargılayan insanlardan uzak
23/10/2006 - kan
yalan aslında herşey
gördüğümüz yaşadığımız
her nefes alışımız yalan
biz sadece kendimiz sanıyoruz hayatı
o en büyük yalan kendimize söylediğimiz
ama kanıyoruz her seferinde oluk oluk
23/10/2006 - kafam
ne kadar yaşıyoruz ki
ayık kafayla
yüzleşince aynada ki aptal yüzümüzle
sabah alkol damarlarımda hala
ama kafam kocaman yine
22/10/2006 - !
yanımda oturdu bütün gece varlığı
kalkmak istedim kaçmak
ama yapmadım oturdum bütün yüssüzlüğümle orada
ama bitti!
22/10/2006 - boş
yıktım bütün sığınılacak limanları dün gece
kapadım ruhumu sabah 9 vapuruna
9/10/2006 - başardınız
bütün sinirim tepemde...
uyandım beynimde matkap sesi
kalktım kahve yaptım
ses kesildi
amacınız beni mi uyandırmaktı
5/10/2006 - :
ne çok ağladım yine be
gözlerim kurudu sanmıştım oysa
2/10/2006 - yok ki
küçük bi sinir krizi
sonsuz ama!
1/10/2006 - yokluk
hiç birşey kokmuyor aslında ruhum
ne sigara ne deniz ne de sen
sadece belirsizlik kokluyoruz ikimiz
ve derin bir nefes alıyoruz hayattan
28/9/2006 - zeytin dalı
yokluk gecelerinde kolumdan çeken şeytanın kuyruğunu
çatal sanıp sapladım sabah tostuna katık yaptığım zeytine!
28/9/2006 - ne ki?
ben bu değilim aslında senin gölgende yaşayan
ben sen değilim aslında biraz şarap sanrısısın
çook sancılı!
27/9/2006 - a.q.
kaçıyorum arkama baka baka sokaklarda
peşimden gelirsin belki die
boşluk koşuyo peşimden
nefesim kesiliyo
yakalanıyorum hep
bitmiş zaten ,
bana öyle baktığında
sessizlikle birlikte
sadece sesi duyulur yere düşen boş gözyaşlarımın
21/11/2008 -
ne oldu şimdi
iyi mi oldu
yoksa boktan bi yol mu girdiğim
çıkabilsem
20/11/2008 -
yok bişey işte
attığımız çöpler gibi kelimeler
beyin çöplüğümden süzülüp
tekrar ağzıma doluyor
aslında
gözlerim doluyor sadece.
farketmeden
9/1/2007 - garip
hayat olaylar insanlar
koşuşturmaca içinde
sen herkes gibi deilsin
olsaydın onlar gibi sokakta yürüyen koşan
trene yetişmeye çalışan
son otobüsü kaçıran
farklı olurdu herşey
inan!
18/12/2006 - birden
karıştı saçlarım aptal bi rüzgarın üşüten soğukluğuyla
aklımsa hep karışıktı zaten
buhar tuttum beynimin kırışıkları düzelsin diye
suyu çekildi daha bi aptal oldum
29/11/2006 - yakın
yaşamasaydım hiç seni
kokuna alışmasaydım keşke
sarılmasaydım dokunmasaydım yumuşak tenine
terini içime çekmeseydim soluksuz kalana dek
belki şimdi daha masum olurduk ikimizde
belki daha az canım yanardı belki daha az kanardı ruhum
çık artık hayatımdan uzaktan seyret beni
29/11/2006 - mutlu bi gün
karmakarışıklığımla devam ediyorum hayatıma düzelmiyor hiçbişey işte
hep böyle kafam bulanık içim buruk gözlerim sulanmaya hazır
bu aptal dünyada hep böyle yaşadım ben
hep hüzünlü hep buruk biraz deli
bişeyler yanlış çalışıyor bu bedende
ama ne bilemiyorum ki düzeltmeye çalışayım
aç kurtlar dolanıyor içimde sürekli beynimi yediler en sonunda
yaşamak ta istemiyorum aslında artık
böyle otururken bu aptal odada bu sandalyede ölsem sessizce
kimse farketmese kimse üzülmese çürüse bedenim burada
akbabalar bassa burayı çürük ruhumu yeseler
28/11/2006 - kabus
yaşıyoruz hala
bitmek bilmeyen bir kabus gibi her gözümü kapadığımda gördüğüm.
her sabah gözümü açtığımda
ulan yine mi yaşıyorum
24/10/2006 - gece
ağladı bütün gece içkim balığa olan hasretinden
gözyaşlarını içtim bende su diye
kendi gözyaşlarımıda kattım arada
sonra sustum
bi daha hiç konuşmadım
küçük beyinleriyle beni yargılayan insanlardan uzak
23/10/2006 - kan
yalan aslında herşey
gördüğümüz yaşadığımız
her nefes alışımız yalan
biz sadece kendimiz sanıyoruz hayatı
o en büyük yalan kendimize söylediğimiz
ama kanıyoruz her seferinde oluk oluk
23/10/2006 - kafam
ne kadar yaşıyoruz ki
ayık kafayla
yüzleşince aynada ki aptal yüzümüzle
sabah alkol damarlarımda hala
ama kafam kocaman yine
22/10/2006 - !
yanımda oturdu bütün gece varlığı
kalkmak istedim kaçmak
ama yapmadım oturdum bütün yüssüzlüğümle orada
ama bitti!
22/10/2006 - boş
yıktım bütün sığınılacak limanları dün gece
kapadım ruhumu sabah 9 vapuruna
9/10/2006 - başardınız
bütün sinirim tepemde...
uyandım beynimde matkap sesi
kalktım kahve yaptım
ses kesildi
amacınız beni mi uyandırmaktı
5/10/2006 - :
ne çok ağladım yine be
gözlerim kurudu sanmıştım oysa
2/10/2006 - yok ki
küçük bi sinir krizi
sonsuz ama!
1/10/2006 - yokluk
hiç birşey kokmuyor aslında ruhum
ne sigara ne deniz ne de sen
sadece belirsizlik kokluyoruz ikimiz
ve derin bir nefes alıyoruz hayattan
28/9/2006 - zeytin dalı
yokluk gecelerinde kolumdan çeken şeytanın kuyruğunu
çatal sanıp sapladım sabah tostuna katık yaptığım zeytine!
28/9/2006 - ne ki?
ben bu değilim aslında senin gölgende yaşayan
ben sen değilim aslında biraz şarap sanrısısın
çook sancılı!
27/9/2006 - a.q.
kaçıyorum arkama baka baka sokaklarda
peşimden gelirsin belki die
boşluk koşuyo peşimden
nefesim kesiliyo
yakalanıyorum hep
8 Nisan 2009 Çarşamba
22 Ocak 2009 Perşembe
aşka ve terke dair
Bazen öyle bir ilişkiye tutulursunuz ki, ne sevebilir, ne terk edebilirsiniz.
Kör kütük bağlanmışsınızdır aslında...
En güzel yıllarınızın, acı tatlı hatıralarınızın ortağıdır; iç çekişmelerinizin müsebbibi, yazılarınızın ilhamı, sohbetlerinizin konusudur.
Gözyaşlarınızda, bilinçaltınızda, kahkahanızdadır. Korkunca saklandığınız bir sığınak, coşunca öptüğünüz bir bayrak...
Sevdanız riyasız, çıkarsız, karşılıksızdır. Sınırsız ve nihayetsiz;
"Ölmek var, dönmek yok"tur.
* * *
Lakin gün gelir anlarsınız; içten içe bir şeylerin kanadığını...
Tutkulu sevdaların gizli hançerleri başlar parıldamaya... Şurasından, burasından eleştirmeye koyulursunuz:
"Şöyle görünse, öyle demese, değişse biraz ya da eskisi gibi olsa..."
Başkalarını örnek göstermeye, "Bak onlar nasıl yaşıyor" demeye başlarsınız.
Hem birlikte yaşayıp, hem özgür olmanın yollarını ararsınız. Aşkınızın gözü kör değildir artık, yanlışını görür düzeltmek istersiniz. "Eskiden böyle miydi ya.." diye başlayan sohbetlerde açılır eleştirinin kapısı; açıldıkça, bastırılmış itirazlar yükselir bilinçaltından...
Böyle süremeyeceğini bilirsiniz. Değişsin istersiniz.
O, sevgisizliğinize yorar bunu... İhanete sayar. Tutkulu ilişkilerde ihanetin bedeli ölümdür.
"Ya sev böyle ya da terket" diye gürler...
* * *
Bir zamanlar bir gülücüğüyle alacakaranlığı ışıtan o rüya, bir kabusa dönüşür birden... Kapatır gönlünün kapılarını, yasaklar kendini size... Hoyrattır, bakmaz yüzünüze...
Zehir akar dilinden, konuşturmaz, suçlar, yargılar mahkum eder.
Mühürler dudaklarınızı, yırtar atar yazdıklarınızı, siler sizi defterden...
"İyiliğin içindi hepsi, seni sevdiğim için..." dersiniz, dinletemezsiniz. Ayrılırsanız yaşamayacağınızı bilirsiniz, lakin böyle de sevemezsiniz.
İhanetten kırılmşıtır kaleminiz; severek, terk edersiniz...
* * *
"Madem öyle..."nin çağı başlar ondan sonra...
Madem ki siz böylesine tutkunken, o hep başkalarını seçmiştir, madem ki kıymetinizi bilmemiştir, o halde "günah sizden gitmiştir".
Lanet ederek bu karşılıksız aşka, çekip gitmeleri denersiniz.
Aşkın göçmenlik çağı başlar böylece...
Daha özgür olacağınız limanlara demirlerseniz bir süre... Ne var ki unutamaz, uzaktan uzağa izlersiniz olup biteni... Etrafı bir sürü uğursuzla dolmuş, kurda kuşa yem olmuştur. Deli kanlılar, eli kanlılar, uğruna ölenler, sırtına binenler sarmıştır çevresini...
Gurur duyar onlarla, koynunda besler, gözünü oysunlar diye...
Uğruna kan dökenleri sever, yoluna gül dökenlerden fazla...
"Bana ne... kendi seçimi" diye omuz silkmeye çabalarsınız bir süre...
Ama sonra... ansızın kulağımıza çalınan bir şarkı ya da kapı aralığından süzülüp gelen bir koku, hatırlatır onu yeniden...
Yaban ellerde, başka kollarda ondan bahseder ağlarsınız. Kokusunu özlersiniz; türküsünü söylemeyi, şarkısını dinlemeyi, yemeğini yemeyi, elinden bir kadeh rakı içmeyi...
Karşı nehrin kenarından hasret şiirleri haykırırsınız, sular kulağına fısıldasın diye...
Dönüp "Seni hala seviyorum" diye bağırmak geçer içinizden...
Dönemezsiniz.
Göremedikçe bağlanır, uzaklaştıkça yakınlaşırsınız.
* * *
Anlarsınız ki bir çaresiz aşktır bu, ne onunla olur, ne onsuz...
Hem kollarında ölmek, kucağına gömülmek arzusu, hem "Ne olacak sonunda" kuşkusu...
Böyle sevemezsiniz, terk de edemezsiniz.
Sürünür gidersiniz.
Can Dündar
Kör kütük bağlanmışsınızdır aslında...
En güzel yıllarınızın, acı tatlı hatıralarınızın ortağıdır; iç çekişmelerinizin müsebbibi, yazılarınızın ilhamı, sohbetlerinizin konusudur.
Gözyaşlarınızda, bilinçaltınızda, kahkahanızdadır. Korkunca saklandığınız bir sığınak, coşunca öptüğünüz bir bayrak...
Sevdanız riyasız, çıkarsız, karşılıksızdır. Sınırsız ve nihayetsiz;
"Ölmek var, dönmek yok"tur.
* * *
Lakin gün gelir anlarsınız; içten içe bir şeylerin kanadığını...
Tutkulu sevdaların gizli hançerleri başlar parıldamaya... Şurasından, burasından eleştirmeye koyulursunuz:
"Şöyle görünse, öyle demese, değişse biraz ya da eskisi gibi olsa..."
Başkalarını örnek göstermeye, "Bak onlar nasıl yaşıyor" demeye başlarsınız.
Hem birlikte yaşayıp, hem özgür olmanın yollarını ararsınız. Aşkınızın gözü kör değildir artık, yanlışını görür düzeltmek istersiniz. "Eskiden böyle miydi ya.." diye başlayan sohbetlerde açılır eleştirinin kapısı; açıldıkça, bastırılmış itirazlar yükselir bilinçaltından...
Böyle süremeyeceğini bilirsiniz. Değişsin istersiniz.
O, sevgisizliğinize yorar bunu... İhanete sayar. Tutkulu ilişkilerde ihanetin bedeli ölümdür.
"Ya sev böyle ya da terket" diye gürler...
* * *
Bir zamanlar bir gülücüğüyle alacakaranlığı ışıtan o rüya, bir kabusa dönüşür birden... Kapatır gönlünün kapılarını, yasaklar kendini size... Hoyrattır, bakmaz yüzünüze...
Zehir akar dilinden, konuşturmaz, suçlar, yargılar mahkum eder.
Mühürler dudaklarınızı, yırtar atar yazdıklarınızı, siler sizi defterden...
"İyiliğin içindi hepsi, seni sevdiğim için..." dersiniz, dinletemezsiniz. Ayrılırsanız yaşamayacağınızı bilirsiniz, lakin böyle de sevemezsiniz.
İhanetten kırılmşıtır kaleminiz; severek, terk edersiniz...
* * *
"Madem öyle..."nin çağı başlar ondan sonra...
Madem ki siz böylesine tutkunken, o hep başkalarını seçmiştir, madem ki kıymetinizi bilmemiştir, o halde "günah sizden gitmiştir".
Lanet ederek bu karşılıksız aşka, çekip gitmeleri denersiniz.
Aşkın göçmenlik çağı başlar böylece...
Daha özgür olacağınız limanlara demirlerseniz bir süre... Ne var ki unutamaz, uzaktan uzağa izlersiniz olup biteni... Etrafı bir sürü uğursuzla dolmuş, kurda kuşa yem olmuştur. Deli kanlılar, eli kanlılar, uğruna ölenler, sırtına binenler sarmıştır çevresini...
Gurur duyar onlarla, koynunda besler, gözünü oysunlar diye...
Uğruna kan dökenleri sever, yoluna gül dökenlerden fazla...
"Bana ne... kendi seçimi" diye omuz silkmeye çabalarsınız bir süre...
Ama sonra... ansızın kulağımıza çalınan bir şarkı ya da kapı aralığından süzülüp gelen bir koku, hatırlatır onu yeniden...
Yaban ellerde, başka kollarda ondan bahseder ağlarsınız. Kokusunu özlersiniz; türküsünü söylemeyi, şarkısını dinlemeyi, yemeğini yemeyi, elinden bir kadeh rakı içmeyi...
Karşı nehrin kenarından hasret şiirleri haykırırsınız, sular kulağına fısıldasın diye...
Dönüp "Seni hala seviyorum" diye bağırmak geçer içinizden...
Dönemezsiniz.
Göremedikçe bağlanır, uzaklaştıkça yakınlaşırsınız.
* * *
Anlarsınız ki bir çaresiz aşktır bu, ne onunla olur, ne onsuz...
Hem kollarında ölmek, kucağına gömülmek arzusu, hem "Ne olacak sonunda" kuşkusu...
Böyle sevemezsiniz, terk de edemezsiniz.
Sürünür gidersiniz.
Can Dündar
6 Ocak 2009 Salı
27 Aralık 2008 Cumartesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)